Bu kadarıda fazla diyebileceğimiz tesadüfler hakkındaki düşüncelerinizi oldukça merak ediyorum:) Keyifli okumalar 👋🏻




Kaynak

Fotoğraf, İngiltere'de tipik bir ev sokağını göstermektedir. Resimde, kırmızı kapılı bir evin önünde yeşil bir çim alan ve kaldırımda birkaç ağacın olduğu görülmektedir. Anlatılan hikaye, Rosie adlı bir kadının, henüz üç aylık bir bebekken bir aileye evlatlık verildiğini anlatmaktadır. Daha sonra üç erkek kardeşinin olduğunu öğrenen Rosie, onları aramaya başlar. Kardeşlerinden Sid ve John'u kolayca bulur fakat diğer kardeşi Chris'i bulmayı başaramaz. Uzun aramalar sonucunda Rosie, Chris'in aslında uzun zamandır burnunun dibinde yaşadığını öğrenir. Chris, Rosie'yi evlat edinen ailenin yaşadığı sokağın karşısında yaşamaktadır ve ikili, kardeş olduklarını bilmeden arkadaş olmuşlardır. Bu hikaye, "Kaderin cilvesi" diyerek, Rosie ve Chris'in birbirlerine yakın olmalarına rağmen birbirlerini tanıyamamaları üzerine kurulu bir ironiye dayanmaktadır.

Fotoğrafta, eski güreşçi Chris Benoit, karısı Nancy ve oğulları Daniel var. Fotoğrafın altındaki yazı, Benoit'in 2007 yılında karısını ve oğlunu öldürdükten sonra intihar ettiğini, cesetlere ise saatler sonra ulaşıldığını anlatıyor. Yazıda ayrıca, Benoit'in Wikipedia sayfasında, olaydan önce, kişisel problemler yaşadığı ve karısını öldürdüğü yazılmış olduğunu ve bunun bir sızma ihtimali olmadığından değişikliği yapan kişinin kimliğinin tespit edilmeye çalışıldığını belirtiyor. Yazıyı yazan kişinin Avusturalya'da yaşadığını ve bunun bir tesadüf olduğunu söylüyor. Bu yazı, Benoit'in ailesini öldürüp intihar etmesiyle ilgili gerçekleri komik bir şekilde sunarak bir mizah yaratıyor. Özellikle, Avustralyalı birinin Wikipedia sayfasına sızıp Benoit'in kişisel problemler yaşadığını ve karısını öldürdüğünü yazması, gerçek olayda Benoit'in gerçekten de ailesini öldürmüş olmasından dolayı ironik bir mizah yaratıyor. Bu mizah, okuyucunun Benoit'in ailesini öldürme eyleminin korkunçluğunu hatırlamasını sağlayarak, olayla ilgili bir alaycı bakış açısı sunuyor.

Fotoğrafta bir kilisede, kırmızı kıyafetli bir grup insan görüyoruz. Fotoğrafın altındaki yazı, Nebraska, Beatrice'te bir kilisede 1 Mart 1950'de meydana gelen bir patlamadan hiç kimsenin yara almadan kurtulmasını anlatan bir şaka. Yazıda, her sabah kilise korosu 7:15'te pratik yapmak için kilisede toplanıyor ancak 15 üyeden 15'i de kişisel sebeplerden dolayı geç kalmış ve patlama gerçekleşen saatte kilisenin çevresinde hiç kimse yokmuş. Şakanın konusu, kilise korosunun üyelerinin 15'inin de aynı anda geç kalması ve patlamanın tam o sırada meydana gelmesi. Bu olay, ironik bir şekilde, patlamadan kimsenin yaralanmamasını sağlamış.

Fotoğrafta iki ayrı görsel var. Sol tarafta genç bir kadın resmi, sağ tarafta ise "Jack Frost" yazan ve kar tanesi atan bir çocuk resmi var. Altta ise "Hayatın yalnızca tesadüflerden oluştuğuna mı inanıyorsunuz? Yoksa yaşanan her olay tıpkı birer yapboz parçası gibi aslında büyük resmi oluşturmaya mı çalışıyor? Bazen öyle şeyler oluyor ki, bunları yalnızca bir tesadüf olarak adlandırmamız mümkün değil. Okuduğunuz her maddede tesadüf denen şeyin varlığına inanmakta zorlanacağız bu olaylar hakkında düşüncelerinizi oldukça merak ediyorum. Haydi yana kaydırın." yazıyor. Bu, bir "tesadüf" fikrini ele alıyor. İnsanların yaşamlarında tesadüflerin rol oynayıp oynamadığı, yoksa her şeyin daha büyük bir planın parçası olup olmadığı sorusu gündeme getiriliyor. Genç kadının resmiyle çocuk resminin birbiriyle bağlantılı görünmemesi, bu soruyu daha da vurgulayan mizah unsuru olarak kullanılıyor. "Haydi yana kaydırın" ifadesi ise, okuyucunun "Jack Frost" yazan çocuğa dikkat etmesini ve daha büyük bir resmin parçaları olup olmadıklarını düşünmesini sağlıyor.

Fotoğrafta, Titanic ve Lusitania gibi gemilerde çalışan ve üç geminin de batmasından kurtulan Violet Jessop adlı bir hemşire görülüyor. Resmin altındaki yazı ise Jessop'un şansının, "üç gemi kazasından da sağ kurtulmak" gibi, çok olağanüstü olduğuna dikkat çekerek, onun şansının bu şekilde olması için neler yapması gerektiğini soruyor. Bu, Jessop'un yaşama şansının olağanüstü olduğunu ve bu şansın bir şekilde açıklanması gerektiği üzerine esprili bir yorum.

Fotoğrafta, "Titanik'in Batması" filminin afişiyle, gerçek bir gemi olan Titanik'in fotoğrafı yan yana yerleştirilmiş. Altında ise 1861 doğumlu yazar Morgan Robertson'ın "Tanrı bile batıramaz!" dediği ve Titanik'in batışını 14 yıl önce kaleme aldığı kitabından bahseden bir açıklama yer alıyor. Şaka ise şu şekilde: Yazarın 14 yıl önce Titanik'in batışını kaleme alması ve hikayenin gerçek hayatta birebir yaşanması, yazarın Tanrı'nın bile batıramayacağı bir gemi tanımlamış olmasına rağmen, Titanik'in gerçekte batmasıyla çelişiyor. Bu durum, yazarın Titanik'in batışını öngörmesi veya hikayesinin olağanüstü bir rastlantı olması hakkında bir espri yaratıyor.

Fotoğrafta Bruce Lee ve oğlu Brandon Lee var. Üstteki metin Brandon Lee'nin "Game of Death" filminde babasının rolünü üstlendiğini ancak film çekimleri sırasında gerçek kurşunlarla vurularak öldüğünü anlatıyor. Daha sonra Brandon Lee'nin "The Crow" filminde de gerçek kurşunlarla vurularak öldüğünü, babasının oynadığı karakter gibi yanlışlıkla gerçek kurşunla vurulduğunu belirtiyor. Şaka, Brandon Lee'nin iki farklı filmde de gerçek kurşunlarla vurularak öldüğünü ve bunun bir tür lanetmiş gibi gösterilmesinde yatıyor.

Fotoğrafta iki kadının siyah beyaz portreleri var. Üstteki portrenin altında, Mary Ashford adlı bir kadının 1817 yılında tecavüz edilerek öldürüldüğü ve katilinin bulunamadığı yazıyor. Alttaki portrenin altında ise 157 yıl sonra aynı köyde Barbara Forest adlı bir kadın aynı şekilde öldürüldüğü ve katilinin de bulunamadığı yazıyor. Şaka, iki kadının da aynı şekilde öldürülmüş olması ve katillerin bulunamamış olması üzerine kurulu. İki olay arasındaki zaman farkı ve benzerlikler, okurun olayları karşılaştırmasını ve benzerlikler üzerinde düşünmesini sağlıyor. **Özetle şaka, 157 yıl arayla aynı köyde, aynı şekilde işlenen iki cinayetin üst üste gelmesiyle oluşan absürt bir durumdan kaynaklanıyor.**

Bu fotoğrafta, sol tarafta Hoover Barajı'nın inşasında ölen işçi J.G. Tierney, sağ tarafta ise oğlu Patrick Tierney bulunuyor. İkisinin de aynı günde ve aynı şekilde (baraj inşaatında) öldüğü, ancak Patrick Tierney'in 13 yıl sonra doğduğu yazılı. Fotoğrafın altındaki metin ise, "Hoover Barajı'nın inşası sırasında 112 kişi hayatını kaybetmişti. Ölen ilk kişi J.G. Tierney adında bir işçiydi ve hayatını kaybettiği tarih 20 Aralık 1935'te hayatını kaybetti. O kişi, J.G. Tierney'nin oğlu Patrick Tierney idi. Baba ve oğul, 13 yıl arayla aynı günde aynı kaderi paylaştılar." şeklinde. Bu fotoğrafta, baba ile oğlunun aynı günde ölmesiyle ilgili bir mizah unsuru var. Baba, 1935 yılında ölmüş, oğul ise 13 yıl sonra doğmuş, ancak yine aynı günde ölmüş. Yani, bir baba ile oğlunun aynı günde ölmesi mümkün değil, çünkü oğul daha doğmamış. Bu durum, resimdeki metnin bir espri olduğu ve ölümlerin gerçekten aynı günde olmadığı sonucuna götürüyor.


Yorumlar

Henüz bişi yazılmamış